Ramazanda
her şey daha fazladır. İnsan daha fazla; zaman, mekân, şehir ve hayat daha
fazladır. Ramazan kalbimizi onaran, uzakları yakınlaştıran, ruhumuzu kölelikten
ve dünyevileşmekten azat eden yeni bir kurtarıcı gibidir. Sezai Karakoç’un
deyimiyle Ramazan: “Çok belirgin
bir çizgiyle inanmışı inanmamıştan, akı karadan, ahiret özünü dünya köpüğünden
seçerek ve ayırarak İslamlık şahsiyetinin, manevi benliğinin surları gibi
insanlığın önünde ve ufkunda erişilemez ve yıkılamaz duvarlar gibi yükseltir.”
Ramazan
şehirlerden, caddelerden, sokaklardan ve kalbimizden yorulduğumuzda kendimizi
saklı bahçesinde dinlendirdiğimiz ayın adıdır. Bu yüzdendir ki hayat ramazanda
daha dingindir. İnsanın 24 saati dünyevileşme hırsları yerine huzur saatine
programlanır. Müslüman hanelerin en değerli misafirleri ramazanın bereketiyle
soframıza konuk olan meleklerdir. Ev hanımlarının toplanarak okuduğu hatimler,
tatlı sofra telaşları, inanç ve vicdanımızın gördüğü yetim yüzler, fakirler ve
umuttur. Coğrafi uzaklıklar kalplerde yakınlaşır. Bize bizden daha yakın olana
sevdiklerimizden vermeyi, sevindirilmesi gerekenleri sevindirmeyi öğretir
ramazan. Belki de İnsanoğlunun en düzenli en planlı yaşadığı ay ramazandır
denebilir. Her şeyin bir saati vardır. Yaratıcının ol emriyle başlanan,
yaşanan, yenilen, içilen, yatılan, kalkılan, çalışılan, okunan düzenli bir
hayat. İnsanın dini meselelere daha fazla ilgi duyduğu, namazlarına dikkat
ettiği, dünyanın en uzun ve en sıkı saflarını tuttuğu, tekbir seslerinin
mağripten İstanbul’a kadar hep bir ağızdan söylendiği ortak bir yöneliştir
ramazan. İnsanın birikim ve idrakini arttırmak için okumalar, dinlemeler,
sohbetler yaptığı/katıldığı bereketli bir aydır ramazan. Tefsir, hadis
kitaplarına yöneldiği; düşünce ve ruh dünyasına yeni kapılar, güneşli
pencereler açtığı aydır.
“Ramazan gelince özge bir zaman başlar.
Ruhun ön planda olduğu bir zamandır bu. İnsan iyiliklere, güzelliklere doğru
bir yürüyüştedir. Kirden, karanlıktan uzak günler… Kurtuluş günleri, arınma
günleri: “Bir ev nasıl yılda bir defa temizlenir, örümcek ağlarından
kurtarılır, kiremitleri aktarılır, sıvanır, yıkanır, onarılır ve badana edilir;
yani yeni yapılmış hale getirilirse, bir ruh da yılda bir kere böyle bir genel
temizlik ve revizyon ister. Bir şehrin temizlenmesi, onarılması, yeniden
yapılması, sıva, boya ve badanalarının tazelenmesi ile Müslüman bir şehrin oruç
boyunca ruhî canlılık ve hareketi, yükselme ilerlemesi birbirini çok andırır.
Oruç, demek ki bir noktadan bakılınca, ruhun ve vücudun dezenfekte
edilmesidir.” ( Betonları Kıran Oruç / Sezai Karakoç)
İftar
saati başlı başına tatlı bir heyecan, ciddi bir teslimiyettir. Bir sevgiliye
kavuşma anıdır. Hayatınızın en kıymetli gününde yaşadığınız ruh halinizin
tedirginliği ve mutluluğudur. Aklın, huzur ve sabrın sonsuz bir ırmağa
dönüştüğü, bütün dünya Müslümanlarını tek bir komutla aynı anda hareket ettiren
ilahi kudrete teslimiyettir. Her şeyiniz varken nasıl bir hiçliğe teslim
olduğunuzun en net göstergesidir. Sadece Allah rızası için uzun yaz günlerinde
susuzluğa teslim olmak bile imanla bağımızın ne kadar güçlü olduğunu kavramamız
açısından ne kadar da önemlidir. Aslında oruç tumanın bizi bereketlendiren,
çoğaltan bir nimet olduğunu;bir kaybediş olmadığını en çok iftar sofralarında
anlarız. İnsanın açgözlülüğünü doyurduğunda hiç acıkmayacağını… Her sabredişin;
yeni bir mükâfat, yeni bir olgunluk derecesi, yeni bir insanlık mertebesi ve
yeni bir müminlik katı olarak ahiret karnemize yazılacak temiz sayfa anlamı
taşıdığını… İftar sizi hiçleştiren, aslında ‘Hiç Kimse’ olduğunuzu gösteren en
önemli imtihanlardan biridir. Hiçbir şeye dokunmadan beklemek Allah’a itaatin
yaratıcının kudretini algılamanın en net görüntüsüdür. Yaradan’ın insana nasıl
hükmettiğinin, Bilal’in ezanıyla mağripten İstanbul’a hep birlikte çekilen
besmelenin adıdır iftar.
Sahura
uyanmak, ağır akan bir zaman ırmağına kavuşmaktır. Gökyüzüne bakarsınız içinize
nur saçan yıldızları görürsünüz. Hilali görürsünüz. Samanyolu’na sofranızı kurarsınız.
Melekler yanı başınızdadır. Çocuklar gülüyordur. Yetimler mutludur. Hayat
dingindir. Hüzün tatlı bir serinliği odanıza dolduran rüzgâra kapılıp hanenizi
terk etmiştir. “Gece sahurda
evlerin ışıkları bir bir yanınca, şehir, bir şölen hazırlığındaymışçasına
uyanır. Oruçla gelen ruhların uyanışı da tıpkı sahurdaki ışıkların bir yanışı
gibi, biri yanınca öbürünü de çağırmış gibi bir şölendir. Oruç, ruhların
şölenidir.”
Bu
şehrin camileri sahura kalkmıştır. Minareleri, kuşları, yıldızları, ağaçları ve
çocukları…Bir şehrin radyoları, televizyonları gazeteleri sahura kalkmıştır. Bir şehrin bütün odaları bir tek ramazanda
birbirlerini tanımışlardır. Hepsi
tek bir şeye niyet ederler. Kardeş olmaya, el uzatmaya, sofralarını
bereketlendirecek hayatlarını kıymetlendirecek iftara. Sonra bütün
karanlıkların üstüne Bilal’in okuduğu ezanla güneş doğar. Güneşle dost olabilen
insan oruçlu insandır. Çünkü güneşin
ellerinden sadece sahura uyananlar tutabilir.
Nurdal Durmuş'un yüreğine
sağlık.