27 Haziran 2014 Cuma

Ramazanda Her Şey Daha Fazladır

        Ramazanda her şey daha fazladır. İnsan daha fazla; zaman, mekân, şehir ve hayat daha fazladır. Ramazan kalbimizi onaran, uzakları yakınlaştıran, ruhumuzu kölelikten ve dünyevileşmekten azat eden yeni bir kurtarıcı gibidir. Sezai Karakoç’un deyimiyle Ramazan: “Çok belirgin bir çizgiyle inanmışı inanmamıştan, akı karadan, ahiret özünü dünya köpüğünden seçerek ve ayırarak İslamlık şahsiyetinin, manevi benliğinin surları gibi insanlığın önünde ve ufkunda erişilemez ve yıkılamaz duvarlar gibi yükseltir.”
Ramazan şehirlerden, caddelerden, sokaklardan ve kalbimizden yorulduğumuzda kendimizi saklı bahçesinde dinlendirdiğimiz ayın adıdır. Bu yüzdendir ki hayat ramazanda daha dingindir. İnsanın 24 saati dünyevileşme hırsları yerine huzur saatine programlanır. Müslüman hanelerin en değerli misafirleri ramazanın bereketiyle soframıza konuk olan meleklerdir. Ev hanımlarının toplanarak okuduğu hatimler, tatlı sofra telaşları, inanç ve vicdanımızın gördüğü yetim yüzler, fakirler ve umuttur. Coğrafi uzaklıklar kalplerde yakınlaşır. Bize bizden daha yakın olana sevdiklerimizden vermeyi, sevindirilmesi gerekenleri sevindirmeyi öğretir ramazan. Belki de İnsanoğlunun en düzenli en planlı yaşadığı ay ramazandır denebilir. Her şeyin bir saati vardır. Yaratıcının ol emriyle başlanan, yaşanan, yenilen, içilen, yatılan, kalkılan, çalışılan, okunan düzenli bir hayat. İnsanın dini meselelere daha fazla ilgi duyduğu, namazlarına dikkat ettiği, dünyanın en uzun ve en sıkı saflarını tuttuğu, tekbir seslerinin mağripten İstanbul’a kadar hep bir ağızdan söylendiği ortak bir yöneliştir ramazan. İnsanın birikim ve idrakini arttırmak için okumalar, dinlemeler, sohbetler yaptığı/katıldığı bereketli bir aydır ramazan. Tefsir, hadis kitaplarına yöneldiği; düşünce ve ruh dünyasına yeni kapılar, güneşli pencereler açtığı aydır.
“Ramazan gelince özge bir zaman başlar. Ruhun ön planda olduğu bir zamandır bu. İnsan iyiliklere, güzelliklere doğru bir yürüyüştedir. Kirden, karanlıktan uzak günler… Kurtuluş günleri, arınma günleri: “Bir ev nasıl yılda bir defa temizlenir, örümcek ağlarından kurtarılır, kiremitleri aktarılır, sıvanır, yıkanır, onarılır ve badana edilir; yani yeni yapılmış hale getirilirse, bir ruh da yılda bir kere böyle bir genel temizlik ve revizyon ister. Bir şehrin temizlenmesi, onarılması, yeniden yapılması, sıva, boya ve badanalarının tazelenmesi ile Müslüman bir şehrin oruç boyunca ruhî canlılık ve hareketi, yükselme ilerlemesi birbirini çok andırır. Oruç, demek ki bir noktadan bakılınca, ruhun ve vücudun dezenfekte edilmesidir.” ( Betonları Kıran Oruç / Sezai Karakoç)
İftar saati başlı başına tatlı bir heyecan, ciddi bir teslimiyettir. Bir sevgiliye kavuşma anıdır. Hayatınızın en kıymetli gününde yaşadığınız ruh halinizin tedirginliği ve mutluluğudur. Aklın, huzur ve sabrın sonsuz bir ırmağa dönüştüğü, bütün dünya Müslümanlarını tek bir komutla aynı anda hareket ettiren ilahi kudrete teslimiyettir. Her şeyiniz varken nasıl bir hiçliğe teslim olduğunuzun en net göstergesidir. Sadece Allah rızası için uzun yaz günlerinde susuzluğa teslim olmak bile imanla bağımızın ne kadar güçlü olduğunu kavramamız açısından ne kadar da önemlidir. Aslında oruç tumanın bizi bereketlendiren, çoğaltan bir nimet olduğunu;bir kaybediş olmadığını en çok iftar sofralarında anlarız. İnsanın açgözlülüğünü doyurduğunda hiç acıkmayacağını… Her sabredişin; yeni bir mükâfat, yeni bir olgunluk derecesi, yeni bir insanlık mertebesi ve yeni bir müminlik katı olarak ahiret karnemize yazılacak temiz sayfa anlamı taşıdığını… İftar sizi hiçleştiren, aslında ‘Hiç Kimse’ olduğunuzu gösteren en önemli imtihanlardan biridir. Hiçbir şeye dokunmadan beklemek Allah’a itaatin yaratıcının kudretini algılamanın en net görüntüsüdür. Yaradan’ın insana nasıl hükmettiğinin, Bilal’in ezanıyla mağripten İstanbul’a hep birlikte çekilen besmelenin adıdır iftar.
Sahura uyanmak, ağır akan bir zaman ırmağına kavuşmaktır. Gökyüzüne bakarsınız içinize nur saçan yıldızları görürsünüz. Hilali görürsünüz. Samanyolu’na sofranızı kurarsınız. Melekler yanı başınızdadır. Çocuklar gülüyordur. Yetimler mutludur. Hayat dingindir. Hüzün tatlı bir serinliği odanıza dolduran rüzgâra kapılıp hanenizi terk etmiştir. “Gece sahurda evlerin ışıkları bir bir yanınca, şehir, bir şölen hazırlığındaymışçasına uyanır. Oruçla gelen ruhların uyanışı da tıpkı sahurdaki ışıkların bir yanışı gibi, biri yanınca öbürünü de çağırmış gibi bir şölendir. Oruç, ruhların şölenidir.”
Bu şehrin camileri sahura kalkmıştır. Minareleri, kuşları, yıldızları, ağaçları ve çocukları…Bir şehrin radyoları, televizyonları gazeteleri sahura kalkmıştır.    Bir şehrin bütün odaları bir tek ramazanda birbirlerini tanımışlardır.            Hepsi tek bir şeye niyet ederler. Kardeş olmaya, el uzatmaya, sofralarını bereketlendirecek hayatlarını kıymetlendirecek iftara. Sonra bütün karanlıkların üstüne Bilal’in okuduğu ezanla güneş doğar. Güneşle dost olabilen insan oruçlu insandır. Çünkü güneşin ellerinden sadece sahura uyananlar tutabilir.
Nurdal Durmuş'un yüreğine sağlık.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder