1 Aralık 2013 Pazar

Kozmik Metafor

Onlar mı ?
Yoksa kendin mi?
İnsanlar mı ?
Yoksa insanlık mı ?
Madde mi ?
Yoksa mana mı ?
Gidemediğin yer mi ?
Yoksa gitmek istediğin yer mi ?
Yaşamak mı ?
Yoksa yaşatmak mı?
Dünya mı?
Yoksa …
Neresi,  hangi seçenek ,hangi hayat,  hangi ben ,neden
Hayat sadece nefes almak mı ?
Nedir?
Neden olan ne ?
Karar veren kim ?
Kader mi…
Gitmek  mi kalmak mı ?
Yoksa arafta yaşamak mı ?
Çok ince bir çizgi
Ya sensin ya da başkasısın
Hangisisin ?
Bunu seçebilir misin ?
Yoksa sen değişebilirsen, kaderi değiştirebilir misin ?






14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram Şuuru

Bir kutlu günün arefesindeyiz.
Öncesinde yani, kapısında.
Kul olmanın teslimiyeti ve huzuruyla.
O’na yaklaşmanın heyecanıyla.
Şimdi, şu anda kainatın merkezinde ‘vakfe duran’larla.
Gerçek bir ‘aşk’la kurumuş dudaklardan yükselen dualarla.
Kabe’nin Rabbi’ne...
Kimsesizlerin,
Zulme uğramışların,
Yolda kalmışların,
Terk edilmişlerin Rabbi’ne...
Alemlerin Rabbi’ne...
Sevgili’ye yakın olmak ve O’nunla var olmak için, ‘kendi’ni değil, ‘kendinden olan’ı feda etmen istenmişti.
Emir buydu.
İbrahim’den istenen İsmail’i feda etmekti.
Neredeyse bir asır boyunca beklediği, gelmesi için gözyaşı döktüğü oğlunu.
İsmail’ini...
Sevgili için sevdiğinden, canının parçasından, ciğerparesinden vazgeçmek.
Aşık’ın teslimiyeti budur.
Aşk, vazgeçmektir, feda etmektir.
Merhum Ali Şeriati, kılıçtan keskin sözlerle sorar hepimize.
Mina’da yahut Allah’ın arzında herhangi bir yerde ‘kurbiyet’ iddiasıyla, yani yakınlaşma arzusuyla Rabbi’ne yönelen getirmişti.
Senin İsmail’in kim veya ne?
Makamın mı, şerefin mi? Mesleğin, paran, evin, çiftliğin, araban, aşkın, ailen, bilgin, sosyal sınıfın, sanatın, elbisen, ismin, hayatın, güzelliğin, gençliğin? Hangisi?
Ben bilemem. Fakat sen kendin bilirsin. Kim ve ne olursa olsun, beraberinde, buraya kurban etmek için getirmelisin.’
Korkma, o bıçak Rabbi’nin emrinden ötesine geçemez.
Korkma, bu kan dökücülüğün ve bencilliğin değil, gerçek kurtuluş ve özgürlüğün hikayesidir.
Ya sevilenin teslimiyeti, işte o bir başka güzeldir:
‘İsmail: ‘Babacığım sana ne emrediliyorsa yap! Beni inşaallah sabredenlerden bulacaksın!’
İşte o teslimiyet, ‘Başından serçe geçen’ ve ‘omzundan arşlar dökülen’ çocuktur Sezai Karakoç’un dizelerinde:
‘Akşam kente bir Meryem gibi girer / Bir çocuk kutsal bir çocuk doğurur gibi / Her yönden bir ses yükselir bu karanlık nedir / Kurban kesilirkenki karanlık / İbrahim’in bıçağındaki karanlık loşluk aydınlık / Keskin ışık / İsmail / İsmail bir çocuk başından serçe geçen / Mavi bir gül nöbeti sertçe geçen / Omzundan arşlar dökülen’
Bir canlıyı öldürmeyi ibadet sanıyoruz öyle mi?
Cehennem inkârcılar, zalimler ve hainler kadar ahmaklarla da doludur...
O’na yaklaşmanın hazzını, hasretini ve heyecanını duyan herkesin bayramını tebrik ediyorum.
NASUHİ GÜNGÖR

3 Eylül 2013 Salı

Değişim Seninle Başlar

Dünle beraber gitti cancağazım, ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım…Selam olsun Peygamber Ümmeti olabilmeye çalışan ve Allah Rızası için çabalayan insanlığa.
Ayrılıklar yeni bir başlangıç olabilir mi?
Gitmeler yeni gelişlere yol açabilir mi?
Hayat bir su gibi akıp gidiyor yerine yenisi yaşanabilir mi?
Geçmişi unutup yerine yenisi yazılabilir mi?
Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıla da değer vermemiz gerektiği düşüncesindeyim. Geçmiş elbette çok önemli fakat orada yaşamak mümkün mü? Rüzgâr esmeye başlarken limana demir atıp bekleyerek okyanusu geçmek olanaklı mı? Su akıp giderken aynı suda yıkanmayı istemek mantıklı mı? Zaman yerinde durmazken ondan geçmişi tekrar yaşatmasını istemek akıl karı mı? İnsanız işte her şeyi isteyebiliyoruz fakat bunları isterken de kaçırdığımız çok önemli bir nokta var  “Değişim” bu kavrama hiç kimse karşı değildir, yeter ki ucu kendine dokunmasın. Evet, ucu bize dokunuyor artık, gerçekten zor bir iş fakat eğlenceli olduğunu da düşünmüyor değilim. Önce kendimizden başlamalıyız değiştirmeye mesela her gün yürüdüğümüz yolu değiştirelim belki o zaman sadece güneşin değil ayında doğduğu fark ederiz, sofraya gelen balıkların nasıl geldiğini merak edelim belki de o zaman sadece deniz de değil herhangi bir gölde de yüzebileceğimizi fark ederiz, uzun zamandır görüşmediğimiz bir dostumuzu halini hatırını soralım, belki de o zaman sadece iletişimin telefonla yâda bilgisayarla değil kalben, hissederek olabileceğini fark ederiz. Bu değişime muhtaç dünyada neden var olduğumuzu düşünelim belki de o zaman yalnız ve amaçsız olmadığımızı bizim gibi milyonlarca insan olduğunu ve herkesin yaşamak için bir sebebi olduğu fark ederiz. Hayatımıza ne kadar yeni bir şey girerse o kadar yaşadığımızı fark ederiz. Artık yeniliklerin bir yeri var hayatımda diyebiliriz. Değişim yenilik demektir aynı zamanda. Yenilikler, ancak onlar için yer açtığımızda hayatımıza girebilirler. Öyle değil mi?
İşin özü hayatımızın gündemi değişim olmalı, olduğumuz yerde kalmamalıyız. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) “iki günü bir olan zarardadır” diyor ve bir nevi değişimin önemini anlatıyor. Tabi burada sormak gerekir neden değişmeliyiz?  İstediğimiz gibi yaşamak için değişmeliyiz. Hissetmek için değişmeliyiz. Anlamak için değişmeliyiz.  Daha fazla sevebilmek için değişmeliyiz. Dünyayı değiştirebilmek için değişmeliyiz. Herhangi bir yerden veya her yerden başlayabiliriz, yeter ki orada değişim olsun.
Değişmek zor bir süreç zor bir karar hele de buna kendimizden başlamak daha zor fakat değişmezsek gelişemeyiz, gelişemiyorsak aslında yaşamıyoruz demektir. Değişim bir süreç, sonuçlarında sabırlı olmak kendini buna hazırlamak gerekir. Her şey değişebilir, hatta kendi irademizle değiştiririz. Değişmeyecek olan, hayata şekil veren ve ona bizim damgamızı basan şeylerdir.
Değişim tabi bir duruştur, değişim bir devrimdir, değişim eskimişliğe, yerinde saymışlığa bir baş kaldırıdır, değişim  “Bıraktığın yerde olabilirim; ama bıraktığın gibi değilim W. Golding” diyebilmektir. Değişim  “Rüzgârın yönünü değiştirmek değil yelkenin yönünü değiştirebilmektir. Max De Pree” . Birçok tanımla ifade edilebiliriz değişimi fakat Şems-i Tebrizi’nin tanımı biraz daha yol gösterici gibi duruyor Şems: “Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.” Diyor ve değişim nedenli önemli olduğunu vurguluyor.
Sonuç olarak şunu unutmamak önemli, olmamız gerek şeyi, olduğumuz gibi kalarak olamayız. Neler Değişmedi Ki Dünyada Dünya Dönerken Kendi Ekseni Etrafında Dönebilene Ne Mutlu.

2 Ağustos 2013 Cuma

Samimiyetin Dili Yoktur, O Gözlerden Anlaşılır.

Sanırım uzun süredir derinlemesine düşündüğüm derinlerdeki samimiyetle alakalı bir yazı yazma vaktinin geldiğidir. Her zamanki düsturumu bozmuyor, tüm insanlığa selam gönderiyor ve dünyayı insanlığa davet ediyorum. Derinler ve nedenlerle alakalı kısa bir 7’likle başlamak istiyorum.
Derinler ve Nedenler
Derin Derin Düşündürüyor Beni Derinler Dediklerin
Nedeni Nedir Derinler Dediklerin
Derinlerdedir Hissiyat Dediklerin
Nedenlerindir Derindeki Senlerin
Derim Derinlerindir Nedenlerim
Bilenlerim Der Nedenlerindir Derinlerin
Bilmezler Ki Derinlerdir Benden İçerü Benlerim.
            Derinler ve nedenlerle başladık amaç sadece düşünmeye sevk etmek hadi hayırlısı. Böyle bir başlangıç yapmama neden olan hissiyat samimiyetin yerinin derinlerde olması ve samimiyetin kelime anlamının da içtenlik olmasıdır. Yani samimiyet yerini derinlerde alıyor. Ne oluyor da bana samimiyetle alakalı bir yazı yazıyorum. Günümüz dünyasında herkes bir şeyler söylüyor, bir şeyler yazıyor, bir şeyler gösteriyor,  bunların hangisine inanacağız sorusu beni samimiyete götürdü ve paylaşmak istedim. Bu kadar bilgi içerisinde seçimi nasıl yapmamız gerekecek diye bana sorarsanız da üniversite klişelerinden bir cümleyle cevaplarım; samimiyete can feda samimi olmayana elveda derim. Samimiyeti ne kadar tercih edersek  o kadar doğru insanla beraber oluruz ve bir o kadar da doğru karar vermiş oluruz. Doğru insan ve doğru karar mutlu bir hayat anlamına da gelir.
            Bu hayatta her insana değer vermeli fakat her insanın samimi olduğunu düşünmemeliyiz. Arkadaşlıklardan konuya girmek istiyorum hepimizin arkadaşları vardır haliyle.  Örneğin üniversite arkadaşlıkları üniversitede yüzlerce öğrenci ile karşılaşıyor ve onlarcasıyla arkadaş oluyorsun bazılarıyla da dost oluyorsun burada bir sorun ve samimiyetsizlik yok fakat okul bittikten sonra kimin gerçek arkadaş olduğu gün yüzüne çıkıyor. Samimi dediğimiz insanlar birbirinin halini hatırını sormaya devam ederken diğer guruba giren arkadaşlara ise ben tren vagonu diyorum sadece taşımacılık işlemi görmüş gideceği yere kadar trene eşlik etmiş yani iktisadi mantıkla, arkadaş piyasasında kendi kar maksimizasyonunu gerçekleştirmiştir. Ben bu insanlara söyleyecek söz bulamıyorum sizler eminim bulursunuz. Yada Vay anam bir garip olmuş el alem! Mi desek?
            Neyse samimiyetsizlikler bizden uzak olsun bir tanesi diyor ki açlıktan ölüyorsan, dost sana kapısını açıyor, seni sofraya götürüyor, senin için süt tasını dolduruyor, ekmeği bölüyorsa, içtiğin şey gülümsemedir. Ne güzel de tarif etmiş samimiyeti, günümüzde bu çok önemli bir kavram, sadece arkadaşlıkta değil; siyasette, iş yerinde, evinde, sosyal medyada her yerde samimiyeti aramalı ve hayatımızda konumlandırmalıyız, gülümseme içmeli ve gülümsemeyi içirmeliyiz ki insan olmanın mutluluğunu içimizde hissedebilelim.Samimiyet gönül işi midir acaba ? Gönül işi ise eğer;
Gönül nedir bilene, gönül veresim gelir.
Gönülden bilmeyene sersem diyesim gelir.
2’lik açıkladı yeterince. Dürüstlüğü kanıtlamanın en iyi yollarından biri de, o sırada yanımızda olmayan kişilere sadakat göstermektir. Soruyorum sizlere acaba, neden, mesafeler midir araya samimiyetsizliği sokan yoksa samimiyetsizlik midir araya mesafeleri koyan. Evet, bu soruda dürüstçe cevap vermeli sadakat göstermeliyiz. Bu soruda cefa yüzünden vefayı terk etmemeliyiz.
            Bu samimiyet konusunda hoşgörüde çok önemli hoşgörüye de bir tanımla getirmek gerekir burada, zannedersem sigara tiryakileri örnek gösterilebilir çünkü şu ana kadar tiryakilerden sigara içen içmeyeni şikâyet etmemiştir. Yani diyorum ki arkadaşlar mesele sigara içirtmek değil hala anlamadın mı?
            Olayı samimiyet ekseninde arkadaşlığa bağlamak, arkadaşlığın önemine ve arkadaşlığını ispat edene kadar kimsenin gerçek arkadaş olamayacağına ve arkadaş olabilmek için emek harcamak gerektiğine vurgu yapmak istedim. Arkadaşlık bağının da; dua ederken, ağlarken ve hayal ederken, gözlerimizi kapamamızın sebebi gibi, en güzel şeylerin gözle değil kalple hissedilmesidir. Ve o kalpteki samimiyetin gözlere yansımasıdır arkadaşlık. O yüzdendir ki samimiyet dilsizdir o gözlerden anlaşılır.
            Belki de bizim önemsiz gördüğümüz ya da göremediğimiz değerler, bir insanın veya bir ülkenin kurtuluşu olacaktır. Unutmayalım ki biz insanız ve insan nadir değil, insanlık nadirdir. Son sözüm kutsal insanlara selam olsun.  Saygıyla.
Not: Verdiğini hatırlamayan ve aldığını unutmayan kutsal insandır.
Dünya İnsanlık Toplumu Adayı.